22 Ağustos 2009 Cumartesi

Tam da birkaç saat önce düşünüyordum bu konuyu. Mükemmel olanın ne olduğunu kimse bilmiyor sanırım. Aslında herkesin kendine göre ayrı bir fikri olmalı . Ne de olsa parmak izlerimiz farklı değil mi?

Nasıl ulaşılır ki buna? Bana göre mükemmel olan sana göre o kadar farklı olabilir ki. Evet görecelilik kavramı da buradan doğuyor. Buna göre ben sadece kendim için mükemmel olabilirim. Düşüncem bu aşamaya geldiğinde bu kez kendimi sorgulamaya başladım. Nasıl olur ki bu mükemmellik dediğin? Hangi konuda? Bir konuda yetersiz olduğumu düşündüğümde kendimi geliştirmek için elimden geleni yaparım elbet. Fakat ya ben "mükemmel" olana ulaşana dek benim bu konudaki anlayışım değişirse? Hani değişmeyen tek şey değişimin kendisiydi? Evet... O halde ben mükemmeliyet yolunda koşumu yaparken, yolun sonundaki bayrak kendiliğinden başka bir yere taşınabilir. Yani "boşa kürek çekmek". Bunun da olmayacağına karar verdim.

Peki ya mükemmel olsaydım? Hani olmaz ya, oldu diyelim. Hemen gidip kendimi bir ağaca asmam gerekirdi herhalde. Yapacak neyim kaldı ki ben mükemmelsem? Daha iyi bir okula mı gideyim? Olamaz, mükemmelim ben. En iyi okul zaten benimki şu şartlarda. Daha iyi bir vatandaş mı olayım? Mümkün değil, zaten en iyisi gene benim. İşte bu örnekleri sıralamaya başladığımda bunun bir sonunun olmadığına karar verdim.

Aslında hedeflere sahip olmanın sebebi yaşama tutunmaktır. Vazgeçmemek için işe yaradığını bilmek ister insan nedense. İşte bu noktada yandaki kapı açılır ve içeri mükemmellik girer. Hep daha üstü, hep daha fazlası olmaktır o. Amaçsız kalıp kendini bir ağaca asmak yerine her sabah güneşin doğuşu ile başlayan yeni döngüye katılmaktır.

Bunları düşünmeye başladığınızda, bir noktadan sonra en başa dönüyorsunuz. Hayat başa sarıyor sizi kısaca.

Bu tarz konularda en mantıklı şeyin çok sorgulamamak olduğunu düşündüğüm halde gece gece kendimi bu konulara gark etmişimdir. Yersizliğini bile bile sorgulamış, cevabımı alamamış ve sonucunda susmuşumdur.

Görüşmek üzere...

Her insan için farklı konularda olabilen bir şeydir. Fakat öyle lanettir ki uykuları kaçırır hatta bayıltır. Kiminde böcek korkusu, kiminde yükseklik korkusu. Çeşit çeşit tuhaflıklar var işte.

Kendin de bilmiyorsun neden korktuğunu.

Geçtiğimiz günlerde başımdan geçen bir olayı paylaşmak istiyorum. Ablamın evinin yakınlarında bahçede bir duvarda sarmaşığın dibinde pis hatta iğrenç böceklerin yuva yaptığı bir alan var. Gece karanlığında yürürken böcekleri görmeyen şahsıma "orada böcekler vardı, bu tarafa gel" dendiği anda gözlerim kararmıştır.

O çok farklı bir an. Bir anda başınızdan kaynar sular dökülüyor. Korktuğun şey ise hacmi itibariyle minik bir böcek. Mikrop taşımaktan öte bir zararı yok. E zaten eline alıp bıcı bıcı diyerek sevmiyorsun kendisini. Uzaktan görmeye bile dayanamazken birden aralarından yürüdüğünü farkedince ise gözler kararıyor, bir anda aile fertlerinden birinin kollarında buluyorsun kendini.

Evet bu ciddi bir sorun bence. Bunların tedavisi ile ilgili çeşitli yöntemler varmış. Profesyonel destek almanın yanında "korkularının üzerine git" dediler bana hep. Düşünüyorum da yazdığım bu yazının yanına konuyu pekiştirmek için bir kara böcek resmi bile koyamayacağım hazır sahur vakti de yaklaşmışken bulantı yüzünden bir şey yiyemez hale gelmeyeyim diye. Nasıl gidebilirim ki üzerine korkunun? Üzerine gitmek ne kelime, ben yanından geçsem bayılırım. İşte bu yüzden "fobi" diyorlar buna.

Tedavisi ile ilgili bilgi sahibi olmamakla beraber nasıl olduğuna dair büyük merak içindeyim. Böceği getirip yanımdaki koltuğa mı koyacaklar? Böcek, bu Z.T mi diyecekler? Evrenin çözdüğümüz kadarının dışında eğer bu hayvan düşünebilen bir organizma ise, bana içinden "gerzek" diyecektir kesin.

Evet sıkıcı bir mesele ama görünen en net şey elden gelen bir şeyin olmamasıdır bence. Uçak fobisine rağmen bindiği uçakta kalp krizi geçiren Kemal Sunal'ı kaybedişimizi düşündükçe bir kez daha yanar içim. Aslında ne kadar basit gördüğümüz bir konu nelere sebep olmuş şu hayatta...

Evet... İyisi mi uzak dursun herkes korkusundan. Peşimizden gelmiyor nasılsa "bö" demek için...

İyi sabahlar.

17 Ağustos 2009 Pazartesi


Asla anlaşılmıyor bunun ne olduğu ya da sebebi. Bir bakmışsın kilometreleri aşıp gelmişsin yanına, bir bakmışsın tatildesiniz beraber.

Her anı sürprizlerle dolu ama hafiften bir korku ile. Gerçek şans şu ki; karşılığının olması. Evet biliyorum... Herkes karşılık beklemeden sevdiğini söyler ancak asıl beklenen şey karşıkıltır gene. Sabah uyandığında tam da onu düşünürken telefonuna gelen "günaydın" mesajıdır. Kim mutlu olmaz ki bundan?

Uçuk pembe ve tatlı bir lila ile başladıktan sonra ise ikinci gerçek şans devreye giriyor; uyum. Ortak düşünceler, Ortak zevkler derken aslında hiç farketmiyorsunuz ortak bir hayata doğru güvercin adımlar attığınızı. Yediğiniz yer fıstığının bile yarısı olabiliyorsa "o", evet doğrudur.

Bir diğer önemli parçanın alt geçidi ise saygı duymaktan geçiyor. Bu kendinle ilgili. İlk ikisini aşmışsan kişiliğin devreye giriyor. Gerçek anlamda fedakarlık yapmak... En minik mesele için bile olsa kendinden bir parçacık değiştirmek. Eğer göze alabiliyorsan bunları, saygı otobüse binmiş, akbilini basmış ve cam kenarında oturmuş geliyordur.

Bundan tam 173 gün önce yazdığım her şeyin aksini düşünen biri olarak olayın ötesindeki gerçeği farkettim.

Değişim sadece mutluluk ile birlikte olduğunda harekete geçiyor. Yoksa o kadar tembel ki...

Herkesin içinde bulunan ikinci "kendi"siyle olabilecek en mükemmel anda karşılaşması dileğiyle.

İyi geceler.


Yıl 1991 idi bu film çekildiğinde. Aradan geçen yıllar ise benim gözümde hiç mi hiç azaltmadı değerini. "İki küçük çocuğun saçma aşk hikayesi" diye düşünmeyin sakın, bu benim hayatımın filmidir.

Aslında saçma bir hikayenin çok ötesinde olan hayatın gerçeğini, hayata dair ilk heyecanları anlatıyordu film. İlk öpücük, ilk heyecanlar ve ilk aşk derken yaşanan ilk gerçek acıyı da kazıyor hafızalara.

Aradan geçen 18 yılda bu film tarafımdan en az 15 kez izlenmiş ve gene en az 15 kez aynı sahnede gözyaşı dökülmüştür.

Geçtiğimiz günlerde gün içinde sıkıntı ile televizyon kanallarını çevirirken goldmax ekranlarında bu filmi gördüğümde ise tebessüm etmişimdir.

İMDB kendisine 6.3 uygun görmüş ancak benim gönlümdeki yeri her zaman 10 olacaktır.

İzlememiş olanlara şiddetle tavsiye etmekteyim.

Görüşmek üzere.


İlk kelime olarak "merhaba" tabii ki.
Yazarı olduğum sözlüklerden ve arada yazılarımı benim için paylaşan bir arkadaşımın blogundan sonra artık kendime ait bir alanımın olmasına karar verdiğimde kendimi tam olarak bu sayfanın ortasında buldum.
Neler yazabileceğimle ilgili kendimin de bir fikri olmaması her ne kadar ilginç olsa da kalemime güvendiğimden güzel şeyler paylaşabileceğimi ummaktayım.
Yeni sabahlarda, yeni öğlenlerde ve yeni akşamlarda yazdığım satırları yeni yeni insanlarla buluşturmak dileğiyle.

;;